12 Temmuz 2015

Başkanın görme cesareti


Şerif Erginbay; Devrim Yılları, 50x70, Digital Art



BAŞKANIN GÖRME CESARETİ*


Yüreğinin sıkıştığını hissetti yine. Elini göğsüne koydu, bastırdı.. İçini dinledi biraz.. Neler oluyordu? Beslenmeyle ilgili olamazdı. Hep dikkatliydi. Spor yapmayı da severdi, pek aksatmazdı.
İnce kumlu sahilde, dalgaların yıkayıp durduğu kıyı boyunca yürümeye başladı. Çıplak ayaklarıyla ıslak kumda izler bırakarak. Başında şapkası, güneş gözlüğü..
Bungalovlardaki konuklarına baktı. Cep telefonunu kapatmayı düşündü birkaç kez, ama yapamadı. Önemli bir telefon bekliyordu.. İkindi güneşi dağlara değmeden çözülmesi gereken epey sorun vardı.


* * *
Üç yıl önce, bir gece sabaha dek çalışmaları gerekmişti. Sabahın ilk saatleri yaklaşırken dinlenmek üzere arkadaşının deniz kıyısındaki evine gittiler. Nisan sonuydu. Günün ilk ağartısıyla cam gibi parlamaya başlayan deniz onu çağırıyordu.
Kıyıya indi, soyundu... Dalgaların kucağında bütün yorgunluğu neredeyse akıp sulara karışmıştı. Denizin verdiği serinliğin, dalgaların fısıltısının zihnini de arıtıp durulttuğunu hissetti.
Yüzüstü yatıp biraz uyudu. Omuzlarında hissettiği bir sıcaklıkla uyandı. Gözlerini hafifçe açtı. Burnunun dibindeki kumları gördü önce.. Birkaç saniyede nerede olduğunu anımsadı, gülümsedi..
Tuhaf bir duyguyla, eğer geriye dönüp doğuya, ufka bakarsa göreceği manzaranın yaşamını alt üst edeceğini hissetti. Tedirgin oldu.. Eğer görmezden gelebilirse yaşam daha kolay, sorunsuz, dertsiz, tasasız geçip gidebilirdi.
Arkadaşının sıklıkla yinelediği bir söz kulaklarında uğuldadı: 'Doğruları hep bildim. Ne yazık ki yapamadım. Çünkü çok zordu'.
Bakıp da görmemek mümkündü. En çok yapılan şey buydu zaten. Güneşi (gerçeği) görme cesaretim var mı, diye düşündü.. Bakmakla yetinmeli miyim yoksa?
Döndü.. İrkildi.. Bütün tüyleri diken diken oldu..
Nar içi gibi yanan bulutların kocaman yangınıyla tutuşmuştu deniz. Kıyıya, dağlara doğru büyüyordu yangın. Bu eşsiz, görkemli, tanrısal manzara, hiç kırpmadan baktığı gözlerinden içeriye, ruhuna akıyordu sanki. Her türlü etiketten, giysiden, rozetten mahrum bırakıyordu onu. Sadece ve sadece insan kalana dek soyunduğunu hissetti.
Sanki evren kocaman bir demirci dükkanıydı. Tanrı demirciydi. Güneş, ocağında akkor hale gelmiş yuvarlak, büyük bir demir kütlesi. Tanrıyı böyle düşünmek hoşuna gitti, gülümsedi; kendine yakın buldu.
Bu sabah yaşadığım şu birkaç dakika benim vicdanım olsun, diye düşündü. Başım her sıkıştığında, yolumu ne zaman kaybeder gibi olsam bu anı hatırlamalıyım diye söz verdi kendine.


* * *
Neredeyse üç yıl geçmişti.
İş, güç, sorumluluklar, gerekli gereksiz bir yığın koşuşturmacanın içinde geçmişti yıllar.
Yüreği sıkışıyordu. Eli göğsünde düşündü. En son ne zaman sabahları denize girdiğini, doğayla, tanrıyla, kendisiyle buluştuğu, görme cesareti gösterdiği o sabahı hatırladı.
Yüreğini neyin sıkıştırdığını biliyordu artık.
Yarın sabah tan ağarırken burada olmalıyım, dedi kendi kendine.
Olabilecek miydi? Çok istiyordu bunu.. Ama.. Kim bilir? Ah o görme cesareti..!


*Yazının başlığı Rollo May'in Yaratma Cesareti adlı kitabından esinlenmiştir.


ŞERİF ERGİNBAY
2003

Hiç yorum yok :