13 Temmuz 2015

MEHMET H. DOĞAN, ŞİİRCE 23, Son Yeni Biçem Dergisi, 1998


MEHMET H. DOĞAN
MEHMET H. DOĞAN

ŞİİRCE 23

Fazla iç içe, çok burun buruna yaşamanın şiirleri yazıldı, yazılıyor son zamanlarda. “Ah kimselerin zamanı yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” diyen Gülten Akın’ı doğrulamak ister gibi, hep aynı yerde durup bakmamın şiirleri. İster yalnız başına, ister kalabalık içinde. Belki de şöyle bir durup çevreye, hatta kendine bakmak gerekiyor. Kim bilir belki de o zaman “Çok yakın[mış] bize en uzağımızda olan…” diyebileceğiz.
“Vazgeçişlerimizin sınırsızlığıyla şaşkın olanlar zırhlar/ edin[ecek]ler hemen. Önemsedikleri sözcükleri/ birer birer yitir[ecek]ler.”
“Yine de/ kösnül sığınaklar ülkesi/ yaşatacak son yalana dek/ ikiyüzlülüğün krallığını.” Bilinenden, alışılmıştan, sınırlayandan, yabancılaşılmıştan geriye çekilme. Bireyleşmenin, kişilik edinmenin yolu kaçınılmaz olarak buradan geçiyor. Baka baka unuttuğumuz yüzümüzü, söylene söylene duymaz olduğumuz adımızı yeniden görmek, duymak için aynada uzun uzun bakmamız gerekiyor kendimize, adımızı yüksek sesle tekrarlamamız gerekiyor. Artık görmez olduğumuz çevremize, onun içindeki nesnelere de öyle.Alışmanın körleştirici etkisinden sıyrılmanın çok zor olduğu apaçık, ama şiirin, şairin buna gereksinimi de kaçınılmaz. Yeni bir ses derken, hiç bilmediğimiz, bugüne kadar duymadığımız, uzaydan gelen bir şeyi kastetmiyoruz elbet; o yeni sesin –şiirin demek istiyorum- bildiğimiz, tanıdığımız sözcükleri kullanarak bize hiç düşünmediğimiz bir şey söylemesini; gözümüzü yeni şeylere açmasını; sanki yeni âşık olmuşuz gibi bize umulmadık sevinçler, yürek çarpıntıları, sanki çok sevdiğimiz birini yitirmişiz gibi dayanılmaz acılar getirmesini; ayaklarımızı yerden kesmesini, bizi duvara dayamasını; bizi asi, bizi yürekli kılmasını istiyoruzdur.
Bana bütün bunları duyuran, düşündüren yukarıdaki dizeleri, 41 yaşındaki Antalyalı bir genç şairin, Şerif Erginbay’ın bana göndermek inceliğinde bulunduğu Dar Köprü adlı şiir dosyasındaki şiirlerden rastgele alıyorum.
Genç şiirde alışılmamış bir ses Erginbay’ınki; doğanın ta içinden geliyor, ama doğaya, demin dediğim gibi, “sınırsız vazgeçişler” köprüsünden geçerek bakmanın şiirleri bunlar. Bunun ne demek olduğunu şairin kısa yaşamöyküsüne baktığımızda daha iyi anlayabiliriz:
Şerif Erginbay, 1957 yılında Antalya’nın uzak bir dağ köyünde doğmuş. İlkokulu köyünde, ortaokulu Karaman’da parasız yatılı, liseyi Manavgat’ta okumuş. Gençlik yıllarında kuşağının bir çok insanı gibi değişik cezaevlerine girmiş çıkmış. 1980-83 arası Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okumuş. 1983 Yılında yeniden cezaevine alınmış ve okulla ilişiği kesilmiş. 1987 yılında Karpuzçayı’nın çok çok yukarılarında (Ahmetler Kanyonu) eski bir su değirmenine yerleşmiş. On yıldır kamp yeri ve lokanta olarak kullandığı değirmende yaşıyormuş, eşi ve yedi yaşındaki oğluyla…
Doğayla iç içe, ama ona teslim olmadan, onunla konuşmaya, dost olmaya, onu anlamaya, ama kendini de ona tanıtmaya çalışırken çok yalın bir şiire ulaşmış Erginbay.
Bu şiirleri okurken, sudaki sabrı, kurşuni bulutların devingen duvarını, gündüzün uysal elini, iki pencere yalnızlığında bir gelip bir giden yağmur kuşlarını, gülün ağzından düşen çiy damlasını, şarkısını çürük kayaların içinden çıkaran kar sularını görüyor, hissediyor; hatta sonunda, Mektup şiirinde olduğu gibi
“Gönderilmeyen mektuplar da gider”
ya da
“’İşte burada!” diye bağırdı. ‘Eğer burada yer bulamazsa
hakikat kendine, bütün yolculuk düşleri boşuna!’”
diyecek kadar yalınlaşıyor ya da bilgeleşiyor insan.
Sınırsız vazgeçmeler sonunda yaşamda ulaşılan arınmışlık şiirlere de yansıyor: belli ki uzun bir birikimin, yazıp bozmaların, yüz kere değiştirip yüz birincide yakalanan yalınlığın şiiri bunlar: “Uzun bir çığlık için yıllarca susmak gerek”. Yirmi şiirlik ufacık bir şiir dosyasında eşsiz güzellikte dizelerin, dörtlüklerin birden gözünü alması insanın, bundan:
“Kösnül bir güz başlar,
Upuzun ve unutulmalara açık.
O göksel imge: özgürlük
usul usul içimizi oyar.”
Şiirimizin epeydir unuttuğu bir yerden bakıyor Erginbay’ın şiiri: Yirminci yüzyılın sonunda, Türkiye’de, kentin, küreselleşmeye endeksli yaşamın insanı unufak öğüttüğü, çaresiz gelen düşünsel, duygusal yoksulluğa dayanamayıp ağır yok oluşa boyun eğdirdiği; ya da minyatür, yapay ve sanal özgürlük hayalleriyle oyaladığı bir ortamda şiirinden başka kurtaracak bir şeyi kalmayan şairin çekildiği Dar Köprü’den.
Sevgiyle, coşkuyla selamlıyorum bu şiiri!
......................
MEHMET H. DOĞAN, Son YENİ BİÇEM, Sayı: 65, Eylül 1998


Hiç yorum yok :