12 Temmuz 2015

Sabah karşılaşmaları



Şerif Erginbay; Yaşamın Son Yılları, 50x70, Digital Art


SABAH KARŞILAŞMALARI


Resmini gazetelerde görmüştüm.
Kayaların üstünde cansız bedeni, öylece uzanmış yatıyordu.
Kirli kahverengi gömleğinden ve çopur yüzünden tanıdım onu.Kaza ile, ayağı kayıp mı düşmüştü? İçkili miydi? İntihar mıydı? Henüz nedeni bilinmiyormuş gazeteye göre.


Onun adını bile bilmiyordum.
Üzerinde kimlik bulunamamış. Sanırım hiç öğrenemeyeceğim.
Hem ne fark eder ki. Hayat hikayesini benim uydurduğum bir kişilikti o. İstediğim adı verebilirim, ayrıca bir ada ihtiyacı da yoktu.


Her gün sabah işe giderken kullandığım bir güzergah var. Ana caddeye girdikten sonra yol arkadaşlarımla birer birer karşılaşmaya başlarım.
Üç yıldır belleğe kazınan yüzleri görüyorum sabahları.
İlk karşılaştığım üçlü bir grup. Yazları bile takım elbiseli ve çantalı. Bazı günler ceketler kolda taşınıyor o kadar. Sürekli ortada yürüyen, bir hayli cüsseli olan kent yönetiminde önemli bir yerde, sanırım ikinci üçüncü adam konumunda. Diğerini hep okul idarecisi bir öğretmene benzetmişimdir. Apartman komşusu olabilir. Üçüncü kişiyle ilgili hiç iz kalmamış, ne tuhaf.
Trafik ışıklarını geçtikten sonra, o saatte hiç de gerekli olmamasına rağmen güneş gözlüğünü takan kadınla rastlaşırız. O çok iyi bir anne, kesinlikle, eminim.. Büyük bir bankada, kariyeri yüksek biri.. Ama yine de ona en çok yakışan annelik. Gerçi hiçbir zaman yanında bir çocukla görmedim ama.
Ve.. çanta mağazası. Bugünlerde boş. Onu özledim. Her sabah, sanki inadına benim tam geçiş zamanımda mağazanın önündeki kaldırımı süpürmeye başlardı. Çalıları çıkmış bir süpürgeyle tozuturdu. Be kadın bir kerecik sula da süpür, nolursun..! Hep karşı kaldırıma geçmek zorunda kalırdım. Neredeyse altı aydır boş mağaza, kapandı. Kim bilir nerededir şimdi, ne yapıyordur?
Gazetede kahverengi gömleğiyle, çopur yüzüyle gördüğüm orta yaşlı adamla hep farklı yerlerde karşılaşırdık. Kaldırımın en dibinden, neredeyse vitrinlere, duvarlara yapışarak yürürdü. Sanki evde değil de, bir bahçede, inşaatta geceyi geçirmiş gibi uykusuz bakardı insanın yüzüne. İlk karşılaştığımızda sarhoş sanmıştım. Sonraki günlerde alıştım durumuna, sadece öyle gösteriyordu.
Galiba bir yıl kadar sonra onu demirciler çarşısında gördüm.
Körük çekiyordu. Kömürdeki demir akkorlaşınca hızla örsün başına geliyor, ustayla birlikte çekiç sallıyordu. Belli ki mülk sahibi olan demirciydi. Bizimki kalfa.
Kim bilir Anadolu’nun neresinden, hangi şehrinden, kasabasından gelmişti. Hangi ümitlerle.. Ne hayallerle.. Mutlaka karısı ve çocukları vardı. En az iki çocuğu.. Belki de dört. Kentin zenginliği, büyüklüğü çekmişti onu. Çocuklarının geleceğini de burada görmüştü besbelli.
Ardından zaman geçtikçe daralan çember, tükenen iş umutları.. Ancak geçici, birkaç günlük işler. Demircide ne kadar haftalık alıyordu acaba?
Şimdi daha iyi anlıyorum iri mavi gözlerindeki anlamı. Çopur, neredeyse kırmızı yüzünde, uykusuz yüzündeki insanı korkutan, içini ürperten gözleri. Sanki bunu biliyor ve bakışlarını kaçırıyordu. Aslında korkan bir hayvanın bakışlarıydı onlar. Dayak yemiş, sindirilmiş bir hayvanının ürkek bakışları.
Yeniden baktım gazeteye. Belki bir bölümünü ya da çoğunu ben uydurdum onun yaşam öyküsünün. Ama ne fark eder ki.. Nasıl olsa herkes bir başka hikaye uyduracak.
Rahat uyu yol arkadaşım. Toprağın bol olsun…


ŞERİF ERGİNBAY
2003

Hiç yorum yok :