16 Temmuz 2015

Neden "Erginbay"..?

Çok sık karşılaştığım bir soru: Gerçek adın Mehmet Bozkurt olduğu halde neden “Şerif Erginbay” adıyla yazıyorsun? Sanırım yanıtı tam olarak duygularımı dillendiremesem de alttaki yazıda:
....................................................
Zeki Erginbay, 23 Ocak 1977 günü Şişli-Osmanbey’de çalıştığı İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden çıkışında güpegündüz kaçırıldı. 2 Şubat 1977 günü Şile yolu üzerinde cesedi bulundu. Cesedin incelenmesinden sol göğsünde bir kurşun yarası ve vücudunun çeşitli yerlerinde işkence izleri tespit edildi. 12 Mart 1971’de Dev-Genç ve THKP-C davalarından yargılanan Zeki Erginbay Kurtuluş Hareketi’nin 1976’dan sonra İstanbul’da örgütlenmesinde önemli katkıları olan militan bir devrimciydi.
....................................................
“… Hapishane, tutukevi, demir parmaklıklar, sıkı yönetim, fakülte [İnşaat Mühendisliği], dergi [Teknik Güç], zulüm, tabanca, bıçak, işkence, ölüm, morg, mezarlık, otopsi… Kısa süren bir ömrün hızla çevrilen sayfaları. Bu yaşam öyküsü 1970′ler Türkiye’sinin kesitidir. Zeki ve Zeki’ler ölürlerken yaşamın utancı toplumun yüzüne yansımaz mı? Gerçekte hepimiz öleceğiz. Yaşamın anlamını her sevdiğimizin ölümünde biraz daha anlayıp algılayarak. Yaşamın anlamı nedir? Tutukevi midir? Demir parmaklık mıdır? İşkencehane midir? Faşistlerce kaçırılıp öldürülmek midir? Aşık olmak mıdır? Sözlüsüne doğru dürüst kavuşamadan otopsi masasına yatırılmak mıdır? Yoksa tümü birden midir? Tüm devrimci mirasın zehir zakkum tadını baldıran şerbeti gibi içmek midir? Zeki gibi yaşarsa insan, bin yıllık insanlık sürecini otuz yaşına varmadan özümser mi? Şu dakikada bilemem. Yazının şu satırlarına vardığımda, bildiğim, içime çöken sızıdır. ‘Zeki’nin ölümü üstüne yazıyorum. Şimdi tek gerçek bu. Ama Zeki’nin ölümünde nice doğumların özü oluşuyor. Bir gerçek bu. Bu gerçek, Zeki Erginbay’ın ölümünden daha evrensel bir gerçektir. Zeki yaşarken biliyordu bunu. Bilmese seçer miydi seçtiği yolu; ölür müydü öldüğü gibi…” İlhan SELÇUK  11.02.1977
* * *
O günlerin acısı, hüznü, öfkesi ve hengamesi içinde bu yazıyı okumuş muydum? Şu an pek emin değilim. Ama ortaokul yıllarımdan beri şiir heveslisiydim ve giderek güncel iklimin duygularını daha çok yansıtmaya, görev aşkıyla, emeği ve mücadeleyi yüceltmeye adanan acemice de olsa ‘bizce’ anlamlı şiir olanın ardından koşmaya devam ediyordum. Soyadımın güne göre keskin, antipatik ideolojik anlamı, günün illegalite abartısı vb. nedenlerle kendime mahlas arıyordum. Zeki Erginbay üstüne abilerimizin yaptığı konuşmalardan karakter ve fizik olarak bana yakıştıranlardan sonra kendime Erginbay soyadını seçtim. Bu bir tür vefa, süreklilik, adını yaşatmak vb. karmaşık duyguların sonucuydu. “Şerif” ise daha özel arkadaşlığımız olan başka bir kaybımızın adıydı..



ZEKİ ERGİNBAY
Ad bir çiçektir, derdi köyün bilge kadını: Yaşlı, okumasız yazmasız, dağların ırmakların belleği!
İlk gençliğim yolunu ararken portakal bahçelerinde içilen şaraplarda, meydanlarda omuz omuza, örgüt evlerinde okunan kitaplarda, sabahsız sigaralarda çaylarda; senin işkence izleri ve kurşun yarasıyla örselenmiş cansız bedenin 2 Şubat 1977’de bir çığ gibi düştü üstümüze Zeki Erginbay!
Bir çiçek adın dünyanın yaşında. Her eksik yaşam alınmamış bir intikamdır hayattan; ölümün borcunu üstüme aldım, adını adıma. Alındım üstüme üstüme dünyanın karanlığını, hoyratlığını gecelerin ve güneşli günler umuduyla yeşerdim.
Yeniden öğrendim:
Ad bir çiçektir kalbin üstüne.

ŞERİF ERGİNBAY

Hiç yorum yok :