GÖNDERİLMEMİŞ
MEKTUPLARI DA GİDEN BİR ŞAİR: ŞERİF ERGİNBAY
“Mermerle
bir yazılmışsa tarihi
Gönderilmeyen mektuplar da gider
-anla nereden geldiğini hüznün- “
Gönderilmeyen mektuplar da gider
-anla nereden geldiğini hüznün- “
Dinginlik
içini ürpertir mi insanın? Sakin dalga oyar mı kıyıları?
Şiirler
vardır; iç denizimize usulca demir atan. Altı çizilmemiş, ışıltılar kuşanmamış,
törensiz, gürültüsüz... Yalınlığın en değerli bezek, fısıltının en yakıcı
haykırış olduğunu duyumsatan... Suskunun kundağında büyütülen çığlıklar
vardır.
“Uzun
bir çığlık için yıllarca susmak gerek;
şafak
için gece nasıl susarsa,
Dere coşmak için nasıl beklerse Kasım’ı.
Uzun bir çığlık gerek
vurmak için karanlığı!”
Dere coşmak için nasıl beklerse Kasım’ı.
Uzun bir çığlık gerek
vurmak için karanlığı!”
Kimi
insanların özel bir duruşu vardır hayata karşı. Hiç çaba göstermeden
sezdirirler “kim”liklerini; kullandıkları dil, ait oldukları değerler
dünyasının imlerini taşır. Şerif Erginbay'ın ilk kitabı “Dar Köprü”nün “Neden
Sanat?” başlıklı giriş yazısında olduğu gibi...
“Eğer
aforizma biçiminde dillendirirsek çok farklı açılardan bakabiliriz sanata. Bu
tarz bilginin sağladığı genel bakış, ayrıntılarda yitip gitmekten korur bizi
çoğu zaman.
Bütün kötülüklerin anası; insanın üretimine ve üretiminin sonucuna, giderek doğaya, kendi cinsine yabancılaşması, yabancılaştırılmasıdır. Endüstriyel sistemler sonunda ‘insanın organik olmayan organı: doğa’ ile bağlarını dumura uğrattılar, kopardılar.
Sömürünün, eşitsizliğin, savaşların, baskıların, ekolojik sorunların gün geçtikçe katlanarak büyümesi şu lanetli öngörüyü akla getiriyor: ‘İnsanlık toplu olarak soysuzlaşabilir.’ Ne yazık ki, yazılı tarih böyle bir evrime yönelmeyeceğimize ilişkin fazla bir kanıt sunmuyor bize.
İnsan türü için böylesine korkunç bir yıkımın ancak sanat önüne geçebilir. Sanat, insan tinini yeni bir olgunluk sınavına hazırlayabilir. Sanat ve entelektüel çaba günlük yaşantıda insan davranışına yön verici içselleştirilmiş bir güce ulaşabilirse, tarihin ve coğrafyanın örsünde insan tinine yeni bir biçim vermeyi başarabilirse, belki o zaman gezegenimizde yaşanılası bir hayat filizlenebilir.”
Bütün kötülüklerin anası; insanın üretimine ve üretiminin sonucuna, giderek doğaya, kendi cinsine yabancılaşması, yabancılaştırılmasıdır. Endüstriyel sistemler sonunda ‘insanın organik olmayan organı: doğa’ ile bağlarını dumura uğrattılar, kopardılar.
Sömürünün, eşitsizliğin, savaşların, baskıların, ekolojik sorunların gün geçtikçe katlanarak büyümesi şu lanetli öngörüyü akla getiriyor: ‘İnsanlık toplu olarak soysuzlaşabilir.’ Ne yazık ki, yazılı tarih böyle bir evrime yönelmeyeceğimize ilişkin fazla bir kanıt sunmuyor bize.
İnsan türü için böylesine korkunç bir yıkımın ancak sanat önüne geçebilir. Sanat, insan tinini yeni bir olgunluk sınavına hazırlayabilir. Sanat ve entelektüel çaba günlük yaşantıda insan davranışına yön verici içselleştirilmiş bir güce ulaşabilirse, tarihin ve coğrafyanın örsünde insan tinine yeni bir biçim vermeyi başarabilirse, belki o zaman gezegenimizde yaşanılası bir hayat filizlenebilir.”
Şairin
yaşam öyküsünde 52 yıla sığdırdığı upuzun yolculukların izi var:
Kimlik
adı Mehmet Bozkurt olan Şerif Erginbay 1957 yılında Antalya’nın uzak bir dağ
köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Karaman’da parasız yatılı, liseyi
Manavgat’ta okudu. Gençlik yıllarında kuşağının birçok insanı gibi tutuklandı,
cezaevlerine girdi-çıktı. 1980-83 arası Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. 1983 yılında yeniden tutuklandı, okulla ilişiği
kesildi.
1987 yılında keşfettiği (Murtiçi-Ahmetler Kanyonu) eski bir su değirmenine yerleşti. Kamp yeri ve balık lokantasına dönüştürdüğü bu değirmende dostları, eşi ve iki çocuğuyla 13 yıl yaşadı. Bu süreçte kendini değirmenle özdeşleştirdiğini duyuruyor bazı dizeler:
“Gün gösterendir
hain aynasında yitikleri.
Ve taşır durur kederi
bir bedenin ıssız değirmenine.”
1987 yılında keşfettiği (Murtiçi-Ahmetler Kanyonu) eski bir su değirmenine yerleşti. Kamp yeri ve balık lokantasına dönüştürdüğü bu değirmende dostları, eşi ve iki çocuğuyla 13 yıl yaşadı. Bu süreçte kendini değirmenle özdeşleştirdiğini duyuruyor bazı dizeler:
“Gün gösterendir
hain aynasında yitikleri.
Ve taşır durur kederi
bir bedenin ıssız değirmenine.”
Uzun
yıllardır düşe kalka sürdürdüğü şiir çalışmalarını, 1988 yılından başlayarak
Son Yeni Biçem, Kıyı, Yaşasın Edebiyat, Bahçe, İnsan Şiir Defteri, Morca,
S’imge, Etken dergilerinde yayımladı. İlk kitabı Dar Köprü 2000 yılında Hera
Şiir Kitaplığı’ndan çıktı.
Dar
Köprü'nün ikincil adı: “Bir Düşülke'nin Yurt Edinme Öyküsü.” Kitap -alt
başlıklarıyla şairinin yaşamındaki sapaklara dikkat çeken- üç bölümden
oluşuyor:
Dar
Köprü,1: Arayış... Karşılaşma... Tanışmalar..
Dar
Köprü, 2: İlişkiler... Savrulmalar... Deneyimler...
Ayrı
Gibiler: Kadınlar... Adamlar... Aşklar... Kaçışlar...
Yurt
edinilmesi gerçekliğin duvarıyla engellenen “düşülke”, -savrulmalara ve
kaçışlara karşın- şairin yüreğini yurt edinmiş.
“Ey
gökyüzünün başını döndüren kartal!
Düşlerde yol alışı sürgünün
yitirdiği dal üstünedir.
Yorgun değilsin taşın yüreğini aramaktan,
kök yadsımasa,
dal ezmese bağlılığıyla seni.”
Düşlerde yol alışı sürgünün
yitirdiği dal üstünedir.
Yorgun değilsin taşın yüreğini aramaktan,
kök yadsımasa,
dal ezmese bağlılığıyla seni.”
Şimdi
bir yanı Toroslar’da, bir yanı Akdeniz’de. 2000’den beri Antalya’da
yaşıyor. Metin yazarlığı, edebiyat dergiciliği, grafik-tasarım ve masaüstü
yayıncılıkla uğraşıyor. Yeterince dağıtımı olmadığına inandığı Dar Köprü
ile baskıya hazır yeni şiirlerinden oluşan Geniş Zamanlar'ı bir arada "Dar
Köprü ve Geniş Zamanlar" adıyla yeniden kitaplaştırmayı tasarlıyor.
Köprüler daralırken zamanı genişletmenin sırrını üleşmek için belki...
“İki
kanat eğilir önünde eksilen günün
Dünü
anımsayarak genişler zaman
Sırdaş
bulut örter üstünü gülünün
İki
kanat, şimdi uç dallarına konan.”
İlk
kitabı çıktığında hissettiklerini, “yılların hesabını vermek gibi” diye
özetliyor, “ben buyum, buraya sığdırabildim sonunda kendimi, işte anahtar
demenin farklı bir yolu.” Anahtar eğretilemesi yerinde, ama derin iç dünyasını
şiire sığdıramıyor şair. Dizelerden taşan duygu okuru da derinlere çekiyor.
“Şairin
hayatı şiire dahil” diyor ya Cemal Süreya, Şerif Erginbay da
yaşantılarını, dünya görüşünü ve deneyimlerini ustaca harmanlıyor dizelerinde.
Hüznünü, kırgınlığını, yenilgilerini serpiyor üzerine; ama en çok yorulmayan
umudunu, dayatmalara teslim olmayan düşlerini, dimdik duruşunu... Okunup
unutulacak şiirlerden değil bu yüzden yazdıkları. Buruk bir tat bırakıyor,
dönüp dönüp okuma isteği uyandırıyor. Çok
katmanlı
bir dili var; sözcüklerin değişmeceli anlamları, her okuyuşta bir başka kılığa
bürüyor şiiri.
İlhan
Berk'in Şiirin Gizli Tarihi'ndeki yorumu gibi, “İyi bir şiir, bir şey
anlatmaktan çok, bir şey sezdirir, duyurur. Şiirde anlam budur işte.” Erginbay
şiirlerinde her ne kadar düşünmeye çağrı varsa da, asıl, sezgilerin kapısından
giriyor okur o büyülü iklime. Öyle dinlenmiş, öyle duru, öyle bilgece ve
kendinden emin akıp gidiyor ki dizeler, akıntıya kapılıp şiirin bir parçası
olmak işten değil!
“Bir şair Türk ve dünya
edebiyatının iyi şairlerini tanımalı, bilmeli –en azından genel olarak- ve
şiirini sevdiği, kendine yakın bulduğu şairleri daha çok okumalı. Okumalı,
kavramalı ve sonra unutmalı.” Bir söyleşide dile getirdiği bu
öneri, Şerif Erginbay şiirlerinin kendi sesini nasıl bulduğunu da açıklıyor.
Çağının
ruhunu yakalamış bir şair o. Yaşadığı çağın getirdiği sosyal ilişkileri,
ekonomik yapıyı, bu yapının insan üzerindeki etkilerini irdeliyor. Hayata,
devrime, topluma, doğaya, aşka ve insana inanıyor, bu inançla var kılıyor
kendini. Bitimsiz bir iç hesaplaşma seziliyor dizelerinde (bellekte
küs zamanın burgusu/ onca yıldır oyuyor içimi/ onca yıldır/ onarılmaz olanın
sakin öfkesi), sivri köşeleri törpülenmiş bir isyan (Kasım yağmurları yumuşattıkça
asi kalıyordu düşlerimiz), vazgeçişlerin kadife tenine dokunur gibi
görünürken vazgeçememenin dikenli tellerinde kan revan... (Gözü karalığımızda devinen yol
/ yeniden çağırıyor bizi / her moladan sonra.)
Özgün,
çarpıcı eğretilemeler (sudaki
sabrın sakin şiiri/ incinir aceleci yağmur), karşıtlıkların bileşiminden
yarattığı imgeler (gergefinde
ruhumu dokuyor aç evren/ yine de dost kalıyoruz tok güneşle),
zengin söz dağarcığı (baç,
avlak, yolak, bungun, gündeş, berkitmek, düşbaz, aldaç, süveyda, göğem,
atlangıç, eğriş, aklan, temren vs.) ve felsefe yüklü, farklı bakış
açısı (silahı yüreğinde gömülü olanlar avlak aramazlar, tan vakti
vururlar kendilerini), şiirlerinin en belirgin özellikleri.
Erginbay, elinde fırça, sözcükler boyuyor. Üç boyutlu bir resmin içinde yitip
gitmek gibi bu şiirleri okumak; daha önce hiç bakmadığımız, görmediğimiz,
ayrımına varmadığımız renklere karışmak gibi...
“Unut(ama)mak”
şiirlerin anahtar sözcüğü; ertelenmiş düşler, tutkuyla başlanıp tamamlanamamış,
hem önünde hem ardında çığlıklar bırakmış bir öykü... (Dağılır ay çevreni,/ değişir
bulut/ ve yineler kendini./ Düş kanar durur geçmişin eksik tarihini.)
Unutamadıklarımız, yaşanmamışlıklarımız değil mi zaten; yarım
kalmışlıklarımız...
“Yol kıyılarını topluyor;
Tedirgin uzanan ağaçlar siliyor belleğini.
Kış güneşi gecikmiş ürününe düşüyor tarlaların.
Terli alnın bildiğini unutan mendil rüzgar kolluyor
Kaybolmak için. Her yer toz.
Tedirgin uzanan ağaçlar siliyor belleğini.
Kış güneşi gecikmiş ürününe düşüyor tarlaların.
Terli alnın bildiğini unutan mendil rüzgar kolluyor
Kaybolmak için. Her yer toz.
Her
yer toz; unutup gitmek için.”
Çok
kullanılmış, yıpratılmış şiir temaları: Yalnızlık, yenilgi, ötelenmişlik
duygusu, anları anıya dönüştüren zaman, eksik yazılmış tarihi hayatımızın,
öfke, içten içe yaşanan isyan, edilginliğimizin ağır yükü... Hep
duyumsadıklarımız öyle farklı imgelerle, söz dizimleriyle çıkıyor ki karşımıza,
bu şiirlerde her şey yepyeni...
Erginbay
şiirini en güzel anlatan dizeler aşağıdakiler galiba; yürüdüğü her yolun tozunu
bulaştırıyor okuyana. O kendi resmini çiziyor, ama resme bakan için sırlanıyor
cam... Kendinde başkasını gösteren oluveriyor.
“Kendi
resmini yapmak gibidir adımlar:
bütün kentlerden birer renk
dağlardan rüzgâr alır getirir
yayar boydan boya.
Yayar ruhunu bütün sokaklara.”
bütün kentlerden birer renk
dağlardan rüzgâr alır getirir
yayar boydan boya.
Yayar ruhunu bütün sokaklara.”
Şiirler
vardır; içimizdeki narın kabuğunu çatlatır yumuşacık bir esintiyle... “Ellerimin sesinden/ azar azar
eksilen söz” dense de, bir çavlandan dökülürcesine yağan sözcükler,
tanelerimize karışır.
Şiirler
vardır; “İşte ağzım:” der
şair, “binlerce yol, / kilitli duruyor
sana/ sözün anlamı aldattığı bir dünyada.” Paslı bir
kilit kırılır, anlamı kucaklamış sözün dünyası uzanır önümüzde yol yol...
Şiirler
vardır; yalnızlığın en cümbür cemaat olduğu zamanda adressiz, pulsuz bir mektup
atıverir kapımızın altından. Kimsesizliğe yazdığımız, kimseye göndermediğimiz
mektupların bir yerlere ulaşacağı umudunu yeşertir.
“Gün
benim neyimdi, bilemeden geçti yıllar.
Nice bulutlar süzülüp geçti yanağımdan, köklerimi yanıltmadı toprak;
ah olmasaydı kabuğumdaki bu tanıklıklar.
Gün benim neyimdi, şimdi dallarımda kar; içimde sakin bir hasret var.
Nice bulutlar süzülüp geçti yanağımdan, köklerimi yanıltmadı toprak;
ah olmasaydı kabuğumdaki bu tanıklıklar.
Gün benim neyimdi, şimdi dallarımda kar; içimde sakin bir hasret var.
Yolda
olduğumu bilirdim, yol benim ikizimdi; tohum ışırdı
yapraklarımın arasından, yol bunu bilirdi. Kar gizlerimizi vururdu yüzümüze:
aşk aydınlığındaydık o zamanlar.
yapraklarımın arasından, yol bunu bilirdi. Kar gizlerimizi vururdu yüzümüze:
aşk aydınlığındaydık o zamanlar.
Dağa
boy verdim, açtım kendimi; yan yana oluşumuza sevindim.
Dilini anladım, dilimle çözüldüm; mevsimlerin neremizden geçtiğini gördüm.
Sularını dolaştır aynalı patikamdan, işte terimi sildim.
Dilini anladım, dilimle çözüldüm; mevsimlerin neremizden geçtiğini gördüm.
Sularını dolaştır aynalı patikamdan, işte terimi sildim.
Hiç
anlamasam da olur; gün benim neyimdi, şimdi dallarımda kar;
içimde sakin bir hasret var. O kadar..!”
içimde sakin bir hasret var. O kadar..!”
“Bu
şiir benim neyimdi?” duygusu veren şiirler vardır. Bazen “çok yakındı(r) bize en
uzağımızda olan.”
ÖZLEM ÇİÇEK
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder